Vay Kurban - II
Mehmet ile Zehra köye doğru bindikleri takside, birbirlerini gözlerine kitlenmişlerdi. Taksi şoförü bir ara soru sormak istese de, çiftin hüznü ağır bastı. Dışarısı eksi kaç derecede bilinmez. Eski taksinin kendine hayrı olmadığından, camları buz tutmuş, belli belirsiz dışarısı görüne, görüne köye doğru ilerliyorlardı. Hani kıştayız tamamda, ömründe kışındayız gibi yer, gök, yürek, kalp. Kader tamda on ikiden vurmuş gibi, evi, yurdu, huzuru tarumar etmişti. Her şeyi ilmek, ilmek dokuyup, işlediklerini sanan Mehmet ile Zehra getirip böyle bir derdi tamda hayatlarının ortasına koyup gitmişti kader. Artık kader mi, keder mi, sizler karar verin…
Buda başka bir durumda, ne yapacağını bilmeyen, çaresi tamda Allah’a kalmış bir haldi. Gülkurusu teninde açan yaranın var mı bir dermanı. Mehmet’in boynunda ince bir urgan. Zehra’sını düşündükçe, urgan biraz daha sıkıyor ince boynunu. Taksinin içinde karısının tuttuğu elleri, şubat ayının ortasında bile inceden, inceden terliyordu. Suskunluk sanki bu hastalığı yok edecek gibi, ağızlarını bıçak açmıyordu. Sustukça, görmeyecekler, görmeyince sanki unutacaklar gibi yolculukları köye kadar devam etti…
Taksi köyün girişine çoktan gelmişti. Mehmet kısık sesle, evlerini tarif etti. Taksi evinin önüne geldiğinde, Zehra Mehmet’in omzunda uyuya kalmıştı. Hafiften uyandırdı, taksiden indiler, küçük bir bavulla evlerine girdiler. Babası ve annesini arayıp, eve geldiklerini söyledi. Zehra girişteki odanın penceresinin önündeki kanepeye uzandı. Üzerine battaniyeyi örtüp gözlerini kapattı. Mehmet sobayı yaktı. Üzerine ıhlamur çaydanlığını getirip, kaynamasını ve evin ısınmasını bekledi. Bir taraftan da yatak odasındaki sobayı yakıp, birazdan annesinin ve babasının getirecekleri yemekleri düşünüp, sofrayı hazırlamaya koyuldu…
(*) Oturduğum lokantanın camında dakikalarca beni izleyen kadına bakarken, garson çorbayı getirdi. Şimdi beş liralık bu çorba nasıl içilir ki, kadının bana bakışları ve kucağındaki bir yaşında bile olmayan küçük çocuğunu görünce. Garsona tekrar işaret ettim, hemen geldi. Dışarıdaki kadını da al içeri, ne istiyorlarsa getir yesinler dedim. Garson yüzüme baktı, baktı. Olmaz alamayız içeri demez mi? Neden dedim. Alamayız içeriye, patron kızıyor. Ne yani bana hoş geldin diyorsun, istediğimi getiriyorsun. Ama dışarıda ayazdan, yağmurdan perişan olmuş kadını içeri mi almıyorsun. Haklısın ağabeyi. Ama patron bu tür tipleri içeriye almayın diyor. Patron kim dedim? Kasada oturan dedi. Çorbayı içmeden, kalkıp patronun yanına gittim.
Durumu anlattım, içeri alın bir çorba içsin, sonra da çıkar demeye kalmadan, ağzıma tıktı lafları, burası benim işletmem, lokantam almak istemiyorum dedi. Ben bir kere taktım ya ikna etmek şöyle dursun, içerideki diğer müşterilere aldırış etmenden, başladım adamla tartışmaya…
Yaklaşık yarım saat geçmişti ki, Mehmet’in kapısı çaldı. Gelen annesi ve babasıydı. Ellerinde yemek tencereleri, poşetler vardı. Mehmet içeriye buyur etti. Annesi ve babası içeriye girip, ellerindekilerin bir kısmını Mehmet’e, bir kısmını da mutfaktaki masaya bırakıp, gelinleri Zehra’nın başına gittiler. Zehra seslere uyanmıştı. Güzel gözlü, Dünya güzeli gelinlerine uzun, uzun sarıldılar. Annesi hemen yemekleri hazırlayıp, sofraya oturdular. Yemekler yenildi. Sobanın üzerinde usul, usul kaynayan ıhlamur demlenmişti. Ihlamur içtiler. Bundan sonra nasıl bir tedavi uygulayacaklarını konuştular. Ama yedinci ayına gelen hamilelik tedaviyi engelliyordu. Zehra çocuğumuz için, tedaviyi birkaç ay erteleyeceğini söylediğinde, derin bir sessizlik odayı kapladı. Olması gereken de aslında buydu. İnşallah o güne kadar Zehra’ya bir şey olmaz, çocukları sorunsuz doğar ve Zehra tedaviye başlardı. Akşam oldu, annesi ve babası kalktılar. Mehmet ile Zehra’da yatmak için, yatak odalarına geçip, günün yorgunluğuna, kışın çilesine, feleğin tekmesine, ömrün cilvesine gözlerini yumdular. Yarın ola hayrola değip uyudular…
Vay Kurban…
İki mavi, kocaman korku çiçeği
Açar, derin kuyularda
Hiç akıl edip de, düşünen var mı
Gün kimin hesabına tutar akşamı
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır
Ve almaz koynuna kara sabanı…
Sabah oldu, hafta oldu, ay oldu. Gelip çattı Zehra’nın doğumu. Zehra üç ay önce altmış kilo idi. Bu hafta doğuma gidecek. Zehra elli üç kiloya düşmüştü. Mehmet ve Zehra’nın ailesi tam üç aydır kara, kara hem bugünü bekliyor, hem de Zehra’nın bir an önce tedaviye başlamış için dualar edip, hatimler indirmişlerdi.
Doktoru ile görüşen Mehmet, yarın Zehra’sını da alıp şehirdeki hastaneye yatış işlemlerini tamamlayacaktı. Bu arada dağlarıma bahar gelmiş, çiçekler toprağı aşıp, güneşle buluşmuştu. Mayıs ayının sonuna gelinmiş, hava ısınmış, koyunlar doğum yapmış, köyün her bir tarafı yemyeşil.
Sabahın erken saatinde hastaneye doğru yola çıktılar. Mehmet, Zehra, Mehmet’in anne ve babası arabalarını binmişlerdi. Zehra’nın halsizliği yüzünden okunuyordu. Annesi arabanın arkasında Zehra ile birlikte yolculuk ediyordu. Zehra’nın elini bir ara tutup, moral verip, nasihatte bulundu. Hastaneye geldiler, yatış işlemlerini tamamladıktan sonra, Mehmet ve babası şehirdeki akrabalarına gittiler…
(*) Lokantanın sahibi ile tartışmanın bir faydası olmadığını anladım. İçmediğim çorbasının parasını ödemek için, yanıma aldığım yüz lirayı uzattım. Yüzünü buruşturup, içtiğin beş liralık çorba ki, içmedim onun içinde yüz lira veriyorsun der gibi yüzüme baktı. Yüzüne tokat atmamak için kendimi zor tutuyorum. Paranın üstü alıp, dışarıya çıktım. Kadın lokantanın önünden ayrılmış, yirmi metre kadar uzakta öylece lokantaya doğru telaşla bakıyordu. Beni gördü, yüzüne belli belirsiz bir tebessüm geldi. Kadına doğru yürüdüm. Aramızda bir metre kadar bir mesafe kaldı. Yaptıkların için teşekkür eder gibi başını salladı. Bir isteği olup olmadığını sordum. Açım dedi, başkada bir şey söylemedi. Kucağındaki çocuğun yüzü soğuktan pancar rengine dönmüş. Elimi cebime atıp, kalan doksan beş lirayı uzattım. Git bir şeyler ye değip, arkamı dönüp yürümeye başladım. Yağmur hızlanmış, soğuk çabası. Yürüdüm eve kadar. Eve gelip, yağmurdan ıslanan kıyafetlerimi değiştirip, mutfağa gidip çay suyu koydum…
Yarın sabah Zehra doğuma girecek ve hayırlısıyla çocuğunu doğuracaktır. Mehmet ve babası akrabaların evinde sabahı, sabah etti. Günün aydınlanmasının hemen ardından, Mehmet babasını kaldırıp, hastanenin yolunu tuttular. Hastaneye geldiklerinde, Zehra kayınvalidesiyle Mehmetlerin gelmesini bekliyordu. Doğumdan önce son kez karı koca birkaç dakika yalnız kaldılar odada. Zehra’nın dermanı kalmamış olsa da, umutla Mehmet’ine sarılıp, doğumhaneden hemşirelerin gelmesini beklediler. Derken kapı çaldı, hemşireler gelip, Zehra’yı doğumhaneye götürdüler. Mehmet odaya annesini ve babasını çağırdı. Oturup sessizce doğumhaneden gelecek güzel haberi bekleye durdular…
Hangi şemsiye vardır ki, rüzgarlara karşı koyacak güce sahip. Hangi ateş vardır ki, yağmurlara karşı hep yanacak. Hangi çatı vardır ki, kar boranda yağan karın ağırlığını taşıyıp, hep evine koruyacak. Çaresizlik sarmış bütün bir alemi. Ruhumun buz tutmuş yanlarını atsam cehennem ateşlerine bir damla erimez olmuşlar. Bir nebze olsun Mehmet’im yüreğini alsam götürsem koysam güneşin yanına. Isıtsa, yumuşatsa, umutlandırsa, yeşil gözlü Zehra’sına bir şey olmadan çıksa…
Ah be Mehmet’im birkaç ay önce, el ele oturup iki göz odalı köy evinizin penceresinden yağan karı izleyip, bir yandan da sobada kaynayan ıhlamurdan bir fincan içip, bakıyordunuz dışarıya. Sonra çıkıp, çocuklar gibi kartopu oynuyordunuz. Sonra elleriniz, yüzleriniz buz kesmiş halde eve atardınız kendinizi. Sobanın başında uzun, uzun bakışırdınız birbirinize. Şimdi doğumhanenin kapısında, doktorlardan, hemşirelerden gelecek güzel habere muhtaçsın…
Vay Kurban…
Mal, haraç - mezattır
Can, pazar - pazar
Kırmızı, ak ve esmer
Yumuşak ve sert buğdaları
Yaratan ellerin sahibidir bu
Kör boğaz, nafaka uğruna
Haldan düşmüş, tebdil gezer…
Saat öğleye bir dakika kalmıştı ki, doğumhaneden haber geldi. O haber ki ne haber, bir yanda Zehra’sı, bir yanda cinsiyetini bilmedikleri çocuklarının doğum haberi. Kapı usulca açıldı. Zehra’da, Dünya’ya gelen kız çocukları da sağlıklı bir şekilde karşısındaydı. Mehmet için yeni bir dünya, yeni bir yaşam ve bütün dualarının kabul olduğu anı yaşıyordu.
Doğum sonrası, Zehra tedaviye başladı. Bir yıl sonra tedavisi bitti. Hayat kaldığı yerden devam etti…