Tarihin Tozlu Sayfalarından – XXXV

II. Abdülhamid birinci Dünya savaşının ayak izlerini yıllar önce öngörmüştü. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu savaşa Avrupa’nın Lordları tarafından sürükleneceğini şu sözleri söylemişti. “Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı İmparatorluğu girerse, devlet elden gider.” II. Abdülhamit, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa sürükleneceğini ve büyük buhranlara gireceğini söyledikten birkaç yıl sonra, batının katilleri yanlarına Avrupa’nın Lordlarınıda alarak koca imparatorluğu ve kadim Anadolu topraklarını tarumar etmişlerdi…
 
Bu girişi yaptıktan sonra, bugüne gelip sonra yine sizi yüz yıl gerisine tarihin tozlu sayfalarına yolculuğa çıkartacağım. 

Bugünlerde Türkiye – Yunanistan hattı yine gergin. Son bir yılda Türkiye’nin stratejik ve askeri mücadelesinin getirdiği başarılar başta Azerbaycan – Ermenistan savaşındaki rolü ve Libya’da düzeni sağlamak için yaptığı devlet nezdindeki davetini bütün Avrupa yakından takip etmektedir. Kuzey Irak’ta kurmayı başaramadıkları kanton devletin huzursuzluğuna, Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi operasyonlardaki üstün başarıları da tuz biber olmuş durumdadır. Başka Fransa olmak üzere, bizimle hesabı olanlar, Yunanistan üzerinden Türkiye’ye kafa tutmak istemektedirler… 

Fransa, Yunanistan ile askeri pakt kurması, ABD.’nin askeri üsler kurması ve güçleri yeterse, Yunanistan üzerinden tıpkı yüz yıl öncesinde olduğu gibi, Türkiye’ye saldırmasının planlarını masalarında yapmaktadırlar…

ABD., Fransa, İtalya tıpkı birinci dünya savaşı öncesi yaptığı batı Trakya başka olmak üzere, adalardaki askeri yığınak ve hareketliliğini yapmış durumdadırlar. Cumhurbaşkanının söylediği gibi; “Bir gece ansızın gelebiliriz” artık gecemi geliriz, gündüz mü geliriz orası bilinmez. Ama ben geldikleri gibi giderler diyen sarışın bozkurt un, yüz yıl önce Yunanı denize dökmeden önce neler yaptığını yazmaya çalışacağım.

Hazırsanız, tarihin tozlu sayfalarını aralayalım.

Sakarya meydan muharebesi olanca azametiyle devam ederken, Paşa’nın bir sonraki hamlesini İzmir’e yapacağı belliydi. Çünkü İzmir onun için kalbinde büyük bir aşk, yarım kalmış bir sevdanın gönül yarasıydı. Öyle ki, emir subayına İzmir’in kurtuluşundan bir gün önce, Kadifekale’deki yüksek bir tepeye arabasını sürdürüp, incir ağacının altında oturur. Yanan, yıkılan şehirden yükselen dumanları seyreder.

Bir yandan hüzünlenir, yakar bir sigara. Başlar yanındaki şoförüne bir anısını anlatmaya.

Bilir misin çocuk der. 1905 Yılının şubat ayı idi. Ali ve Müfit ile beraber hepimizi Şam’a sürmüşlerdi. İstanbul’dan kalkan Vapura binip, Beyrut’a gidecektik. İstanbul’dan bin bir hüzünle yola çıkan Mustafa Kemal’in bindiği Nemse Vapuru İzmir Alsancak’ta mola verir. Paşa ve arkadaşları vapurdan inerler. Kendi ağzından şu sözler dökülür. Biz de vapurdan inip bir atlı araba tuttuk. İzmir’i ilk görüşüm o sene oldu. Arabayla şöyle bir sahil boyunca dolaştık. Hatta bir ara pasaportta bir lokantaya oturmaya niyet ettik. Ancak vapura kaçırırız diye lokantaya oturmaya cesaret edemedik. O zaman güzel İzmir’in en güzel yerleri hep yabancıların elindeydi. Nu mutluyum ki, güzel İzmir’i yeniden Türk kılmak bana nasip oldu. Kız kardeşi Selanik’i kaybettik ama İzmir bizim oldu. Diyor…

Bugün yine güzel İzmir’imin on mil ötesinde, yine Batının katilleri ve Avrupa’nın Lordları gelip silahlandılar. Sözde Türk’e ceza kesecekler. Masalarındaki tek plan şahlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin önünü kesmek. Getirip doldurdukları yedi  milyona yakın ne olduğu belirsiz kaçak göçmenlerle, iç karışıklık çıkartarak ülkemizi savaşa sokmak. Bilmiyorlar ki, yüz yıl önce aldıkları dersin, on mislini yine hatırlatırız kendilerine…

Biz yine tarihin tozlu sayfalarını okumaya devam edelim.

Türk’ün son başbuğu, yenilmez komutanı İzmir’i almaya karar verdiğinde, Yunan komutan çoktan kaçmaya ve kaçarken de, İzmir’i yakıp, yıkmaya, yok etmeye çoktan başlamıştı. Ağustos ayının kavurucu sıcağında, Sakarya’da düşmana sonsuza dek darbeyi vurup, İzmir’e hareket eden Mustafa Kemal Paşa, Eylül ayının ilk günlerinde İzmir’e ulaşmıştı. Karargahını İzmir’in yüksek tepelerine kurup, son darbeyi vuracaktı…

Dile kolay on dört gün gece gündüz yollarda, birkaç saat uykuyla gelmişti İzmir’e. Kavurucu sıcak her yer toz duman, otomobilini batan güneşe doğru süren şoförüne bir ara durmasını söyler. Yorgunluğun getirdiği bitkinlik her halinden okunur durumdadır. Batan güneşin çakmak gözlerine vurduğunu hisseder. Çıkartır gözlüklerini, tozdan siyaha dönen beyaz gömleğine siler. Ve ağzından şu sözler dökülür. “Sür çocuk şu kasabaya” der…

Şoförü Turgutlu’dan arabayı yavaş, yavaş Armutlu’ya doğru sürdü. Köylerden duman yükseliyor. Yanan İzmir’in o güzelim ahşap evlerinden yükselen yer, yer yangınlar Mustafa Kemal’in kalbini hüzünlere boğuyordu. 

Şoföre arabayı köyün girişindeki küçük sokakta durmasını söyledi. Arabadan inip, biraz yürüdü. Karşıdan bastonuna dayanarak yürümeye çalışan  yaşlı adam göründü. Bir arabaya, birde mavi gözlü sivil kıyafetli adama uzun, uzun baktı. Sonra yeleğinin sağ cebinden bir fotoğraf çıkarttı. İkiye katlı fotoğrafa baktı, sonra tekraren Mustafa Kemal Paşa’ya baktı. Sen osun dedi yaşlı adam. Sen Mustafa Kemal Paşa’sın, sen bizim Kemalimizsin değip, gözlerinden yaşları salkım, salkım döktü ve koşup sarıldı…

Derken köylüler Mustafa Kemal Paşa’nın yanına koşarak geldiler. Tarih 9 Eylül 2022 öğlen vaktini geçmişti. Köyden çıkıp, akşamı Nif’te geçirmek üzere yola koyuldular. Akşam saatlerinde Nif’e gelmişlerdi. Nif kendisi için baba ocağı kadar değerliydi. Yıllarca verilen vatan mücadelesi, yakılan yıkılan vatan topraklarından son düşmanı da defedip, bağımsızlık mücadelesinin son perdesini de bugün yarın kapatacaktı.

Sabah oldu, İzmir yunan işgalinden temizlendi. 10 Eylül’de İzmir’e girildi. Türkiye Cumhuriyeti o günden sonra ilelebet düşman postalından temizlenmişti. 

Şanlı Türk’ün bayrağını, kahraman Türk evlatları bir kez daha İzmir’in bağrına dikmişlerdi.

İzmir’in dağlarında çiçek açmış, bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçmış, adı yazılmıştı mücevherle taşa, adı yazılmıştı ilelebet vatanımızın dağlarına…

Şimdi yüz yıl sonra, Yunanistan yanına aldığını zannettiği, üç beş batı katilini ve Avrupa lordu ile Türkiye Cumhuriyeti’ne efelenmeye çalışıyor. 

Efelenmeden önce, İzmir’in dağlarındaki ruhu olan Efelere bak ve tarihten ders al. 

Ders al ki, tarihin tekerrür edeceği günleri bir daha yaşama…