Saçlarım Yirmisinde Ağardı
Bir gün gelir çıkartır söylerim diye
Sandıkta sakladığım güzel sözlere
Ve şehrin viran kalmış sokaklarındaki
Güzel gözlülere armağanım olsun…
Saçlarım Yirmisinde Ağardı. Şehrin viran kalmış sokaklarına hapsedilmiş bir çocukluk, gri ile siyah tonlarında bir hayatın tamda ortasında kalmış bilinmezlik. Yirmisine gelmeden ağaran saçlar ve her bir teline onlarca çileyi gizlemiş bir yaşam. Dünden umutsuz, yarından habersiz, karşı mahallelerden gelen müzik seslerine karışan gecelerin kahrıyla büyütmeye çalıştığın umutların. Ne başını yaslayacağın bir ana dizi, nede başını okşayacak bir baba eli olmadan geçen bir ömür…
Gözyaşlarımın hep içime aktığı çocukluk yaşlarıydı. Topum olmadan, oyuncağım olmadan yokluk ile varlık arasında ekmek arası hayatları yaşayanların yanı başında geçen bir çocukluk. Yattığım çekyatın altına biriktirdiğim umutları çıkartırdım gece olunca. Yastığım yanına koyar konuşurdum onlarla. Onlara, belki umutsuzluklarıma ilaç olurlar diye uzun uzun bakardım gecenin en karanlık saatinde. Hane halkı uyanmasın diye, sessizce ağlardım. Öğlece uykuya dalar sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp sokağa atardım kendimi aç ve umutsuz bir halde…
Kaldırımlar koltuğum, otobüs durakları geçici ikametgahım olurdu her seferinde. Her ikisinde de sokak çöpçüleri rahatsız ederlerdi beni “Oğlum git başka yerde oyna” diye. Oysa ben o otobüs durağına gelen melek yüzlü insanların mutluluğundan bir parça nasiplenmek için bekler dururdum. Oysa ben o kaldırımlardan geçen babaların ellerindeki poşetlerden bana verecekleri bir elma için umutlanırdım...
Her düşenin, her keder çekenin, her gözlerinde nem, yüzlerinde matem olan insanların “Hayata Böyle Gelmeyi Ben mi İstedim” sözleriyle tarumar olurdum. İşte bende bu sıradan ama bir o kadar ağır sözle başlıyorum her sabah güneşi gördüğümde günüme.
Güzel sözleri kullanmak suç olmuş, kuşlar çeşmelerden su içmez olmuş, her gülün dalındaki dikenler hançer olmuş, zehirlenmiş bir hayatın her damlası bulaşmış her bir yere. Anaların oğulları için yaptığı yemeğin kokusuna hasret kaldım. Ağabeyleri ile oynayan çocukların yüzlerindeki neşesine baktığımda, keder olur her bir yanım. Yiğit babaların yanlarında gezdirdikleri çocuklarını gördüğümde, gözlerime mil çekerim bir daha görmeyeyim Dünya’yı diye…
Saçlarım Yirmisinde Ağardı. Bütün Dünya faydalanır geçen vaktin her bir saniyesinden. Bir benim için zaman akar gereksiz ve bir o kadar hoyratça. Yaz yağmurları ıslatır bu kaldırımdan geçenleri ve hepsinin yüzünden dökülür yağmur taneleri. Hele güzel gözlü, uzun saçlı kızların saçlarından süzüldüğünde yağmur taneleri bir başka hüzünlenirim. Kalkarım saklandığım otobüs duraklarının saçaklarının altından. Bir yağmur tanesini yüzümde hissetmek için. İşte o an kesilir göklerin rahmeti.
Her saniyenin sonumu gelir ben isteyince,
Her dileğin rahmetimi kurur bana dokunduğunda
Kaldırımlardan geçen güzel gözlü kızların soyumu tükenir ben tebessüm ettiğimde…
Şehri İstanbul’un viran kalmış sokaklarında dolaşıyorum. Yitip gitmişliğimi yırtık pantolonumun ceplerine gizliyorum. Herkesin anası babası yanında, gülüp eğlene geçip gidiyorlar yanı başımdan. Gel de on altı yaşındaki bu küçük yüreği avut şimdi tek başına. Kimsesizlik bu kadar mı ağır gelir bir bedene. Yokluk ve umutsuzluk bu kadar mı çile olur bir hayatın en güzel günlerine. Yüreğinin kafesi yarılmadan bu kadar mı zor olur havadaki nefesi içine çekmen. Yırtık pantolonun ceplerine sakladığım ellerim, hapsolur içime çıkmaz bilmez. Bir ailenin olmamasının acısını bu kadar mı zor hisseder kimsesiz bu yürek…
Neden yirmisine gelmeden ağardı bu saçlar. Neden kara gözlerim bir gün olsun gülmedi. Neden bir bayramda olsa biri gelip bayram harçlığı vermedi.
Neden güzel gözlü bir kızda uğrayıp kaldırımda öylece yanı başımda oturmadı.
Neden genç yaşta anam öldü gitti.
Neden babam bırakıp bu kimsesizler mezarlığına beni ölmeden terk etti.
Neden bu bahar benimde sokağıma gelmez.
Neden has bahçede açan dikensiz gülleri ben koklayamam.
Neden bu saçlarım hiç siyaha çalmaz.
Neden, neden, neden…
Anneler çocuklarını banyo yaptırdıklarını düşündüğümde, başlarından dökülen sular alev olur yakarlar beni. Sıcak su ve sabun kokusuna hasret geçiyor ömrüm bu sıvası dökülmüş, sobası yanmayan viran olmuş buralarda. Temiz ve ütülü giysiler giymeyeli seneler oldu desem yalan söylemiş olmam. Ömrümü hatalı üretim olarak geçiriyorum ben buralarda…
Saçlarım Yirmisinde Ağardı. O kaldırımdan kalkıp, bu kaldırıma oturarak geçiyor hayatımın en güzel yılları. Çocukluk ve gençlik çağım tarumar edildi, yokluk ve çaresizlik yüzünden. Parkların boş banklarında uyuya kaldığımda, düştüm derin uçurumlara…
Sürekli mendil satarak trafik ışıklarında geçiyor günlerim. Burada zaman iğne deliğinden geçercesine ağır ve aksak. Şükürler olsun bu akşamda sattım mendillerimi…
Viran olmuş yatakhaneme giderken bakkal Ali amcaya uğrayıp her zaman ki gibi dört ekmek alacağım…
Birde Ali amcaya rica edip borç yazdırıp alacağım Kardeşimin istediği kakaolu tahin helvasından alacağım iki dilim…
Sokak Çocukları Derneğini Ziyaretimde, oradaki çocukların söylediklerinden yüreğime batan dikenleri yazmaya çalıştım…