Kömürün Kaderi

Orhan Veli ile başlayayım bu kara hüznün satır başına.

Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla,
Paydos saatlerinde yollara dökülen
Soluk benizli insanlarıyla
Siyah akar Zonguldağ’ın deresi
Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası…

Karanlığı sevmemizin nedeni, gökyüzünü görememiş olmamızdandır. Yine Bartın’da onlarca can kara toprakla zamansız buluştular. Hepsinin acısını yüreğimize gömüp, yaralandık, yerin yedi kat altındaki nefes nasıl ki yüreklerini parçaladıysa, bizlerin de yürekleri bir o kadar parçalandı. Ah kömür karası gözlü işçi kardeşlerimiz…

Bu cümlelerden sonra, gelin bir asırdan fazladır kömürün kaderine bakıp, Atatürk’ün kömür madenleriyle ilgili neler yaptıklarına tarihin tozlu sayfalarından bakalım. Yüz yıl önce yapılanlar neler, bugün yapılanlar neler kıyaslaması da sizlere kalsın…

Osmanlı İmparatorluğu, sanayi devrimine geçememesinin başlıca nedenleri arasında gösterilen fosil yakıtları kendinin çıkartmaması ve taht kavgalarından sıyrılıp, Avrupa’yı, yenilikleri keşfedememesiydi. Nitekim 1860 Yılında Soma’da bulanan madenlerin işletmesini yarım asır boyunca, yabancılar vermesiydi. Almanlar tarafından, Soma linyit madenlerinin kullanımı elli yıl boyunca devam etti…

Alman hükümeti 1900’lü yılların başına kadar kendi yerbilimcilerini ülkemizin önemli maden yataklarını inceletmiş, en değerli maden yataklarına çökmüşlerdir. 1914 Yılında birinci Dünya savaşı patladığında, Osmanlı İmparatorluğu, Almanya’nın yerinde yer aldığından dolayı, bizim olan bütün kömür ocakları otomatik olarak Alman hükümetinin eline geçti. 

Harp Kömür Merkezi adı altında sömürü düzenini kurup, yıllarca bütün kömür ve maden ocaklarından çıkarttıkları kömürleri kendileri kullandılar. 

Peki o ocaklarda kimler çalıştı, kimler can verdi, kimler yok olup gittiler? Tabi ki, Türk işçilerimiz, umutsuz emekçilerimiz…

Birinci Dünya savaşı yenilgiyle sonuçlandığı için, Almanya elini çekmek zorunda kaldı madenlerimizden. Tam biz işletmeye kalkarken bu kez de savaş ganimeti olarak, Fransız Hükümeti Mondros Antlaşmasını bahane gösterip, Zonguldak ve Soma’da bulanan bütün kömür madenlerine çöktü. 

Nasıl iyi mi? Bugün dahil tam yüz altmış yıldır, madenlerimiz özelleştirme yalanıyla, yerli ve yabancıların kazanç kapısı haline gelmiş durumdadır…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş savaşının hemen ardından, ülkemizdeki madenlerin ne kadar değerli olduğu bildiğinden, bütün yabancıların elindeki maden ocaklarını teker, teker kamulaştırıp, ülkemizin sanayileşme yolundaki adımlarını hiç vakit kaybetmeden atmıştır.

Tarih 01 Mart 1922 Yılını gösterdiğinde, Meclisteki konuşmasında; “Topraklarımızın altında el değmemiş halde duran, maden hazinelerini az zamanda işleterek milletimizin yararlanmasına açık bulundurabilmek de ancak bu uygulamayla mümkün olabilir”.

Hemen altı ay sonra 9 Eylül 1922 tarihinde Yunan denize dökülür. Soma maden ocakları, Türkiye ulusal varlığı olarak kayıtlara geçer. 01 Haziran 1923 Tarihine geldiğimizde, İktisat Bakanlığı’na devredilir. Ardından on iki yıl sonra, yüz akımız Etibank’ın temellerini atıldı. Yenilikler, modernleşme ve daha iyi koşullarda makineler ile kömürün çıkartılması yıllar boyunca sağlandı.

Milli kimlik oluşturmak için, sözde değil özde millileşmek gerektiğini, Cumhuriyetin ilk yıllardan beri yapmış olduğu sanayi atılımlarıyla bizlere gösteren, Gazi Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet’in on beşinci yılına gelindiğinde yurtta ve Dünya’da yapılması gerekenlerin çoğunu gerçekleştirmiş oldu…

O dönemin şartlarında bile, iş kazalarına karşı önlemler alınmış, Devletin kontrolündeki Soma Madenlerinde yirmi beş yıl sonra ilk ölümlü kaza 1949 yılında yangın çıkması sonucu olmuş, iki kişi ölmüştü…

1950’li yıllardan sonra, madenler yine özelleştirmelere mahkum edildi. Yıllar sonra tamamen özelleştirilen madenlerin hali ortadadır. Günümüzdeki fosil yakıtlar başta olmaz üzere, enerjiye ihtiyaç kıtlık safhasına gelmiş durumdadır.

Biz ülkemizdeki madenlerin işletmelerini Osmanlı İmparatorluğunda olduğu gibi, yarım asırlığına yine özel işletmelere vermiş durumdayız. Bugün kalitesiz kömürün bile tonu 7 Bin TL’lere dayanmış durumdadır. Sormak lazım, bunca yoksulluğun hüküm sürdüğü şehirlerdeki insanlarımız bu parayı nasıl verecek? 

Bütün kömür ve maden ocakları neden kamulaştırıp, halkın menfaatine ve kullanıma sunulmaz? Kimin çıkarları, hangi haramzadelerin payı vardı bu işlerde?

Şimdi kırk bir maden işçisi yine kara toprakla vakitsizce buluştular. Geride kalanların ahları, göz yaşları kaldı. Öksüz çocuklar, kocası kadınlar kaldılar bir başına…

İkazlar, uyarılar, raporlar bir kez daha fayda etmedi…

İşletmeci daha fazla kazansın diye, sömürü düzeni daha fazla sürsün diye, haramzadeler daha fazla sefa sürsün diye, kara bahtlı, yüzlerinde kömür karası yiğitlerim yine düştüler kara toprağın kucağına…


Kara kışları sevmemizin nedeni
Baharların bize gelmemesidir
Karanlıkları sevmemizin nedeni
Gökyüzünün bize uğramamasıdır

Yüzümüzün karasına çalarız hüznümüzü
Yarım ekmektir bütün çabamızın hediyesi
Yerin yedi katındadır sesimiz, çığlıklarımız
Nefesimiz yanar maden ocaklarında duyulmaz

Düşeriz yerin en derinindeki kara topraklara
Kalır ahımız, patlayan ocakların gelmeyen şafaklarında
Bekler çocuklarımız, eşlerimiz boynu bükük sofralarda
Asırlardır bitmez, derdimiz, kederimiz, fakirliğimiz…