Kime Küssem
İçimdeki kırgınlıkların getirdiği yorgunlukla gecenin bu saatinde terasta oturup, karanlık denizi seyrediyorum. Sıcak bir çay doldurdum ince belli bardağıma ve yine geldim yeşil koltuğuma oturup dışarıyı izliyorum. Hava iyiden iyiye kış soğuğunu geçiriyor camlardan içeriye. Aslında içimden hiç yazı yazmakta gelmiyor ama Melek Mosso’nun annesi ile yaptığı düeti dinlerken, gel de yazı yazma dedim hissettiklerine…
Mevlam bir çok dert vermiş, beraber derman vermiş. Bu tükenmez derdime neden ilaç vermemiş. Türküyü dinlerken, insan kendinle yüzleşiyor acımasızca. Kime küssem, cümlelerim yüreğimde tıkanmış olmasına mı, masamda uzun zamandır bana ilham vermeyen yeşil mürekkepli dolmakalem ve beyaz kağıtlara mı, herkes gibi yabancı olan ilgililermiş gibi davranan sahte insanlara mı kime küssem…
Yine kaçmışım kendi dünyamdan, çıkmışım rotası belli olmayan yolculuklara. Birikiyor insanın içinde kavgaları, heveslerinin sonuç vermediği vakitler gelip çatıyor. Şimdi hafiften yağmur düşüyor gökyüzünden her bir yere. Karşımda uçsuz bucaksız denizi seyrederken düşünüyorum. İnceden inceye denizlere düşen yağmurlar, gökyüzünden inerken tekrar suyla buluşacaklarını bilseler düşerler miydi, birer birer denizin üzerine…
Dünya’nın yalan hallerine aldanan bizlerin geldiği son nokta hepimiz için hep bir keder, hep bir kayıp, hep bir aldanış ve hep bir hiçlik aslında…
Kime küssem, her yeri karıncalar basmışçasına keder basmış kainatımı. Gülmeye zorluyorum kendimi fayda etmiyor. Gülme zamanlarım olduğunda her yerimden acı bastırır gülemezsin der ve ben yine susarım. Yaşanılan onca hüznün getirdiği ağırlıktan sırtım dağlanıyor. Son bir çay daha içip, kafamın demlenmesine vereyim kendimi…
Gökyüzündeki yağmur bulutları iyiden iyiye bırakıyorlar. Yeryüzü ile buluşturuyorlar yağmur damlacıklarını. Sıcak çayın getirdiği demleme kafasına benden iyiden iyiye geliyorum…
Yılın bitmesine birkaç hafta kaldı. Nadiren de olsa güldüğüm zamanlar, anlar oldu. Bu zamanlarda da aslında yüzümü ellerimle kapattım, tebessümle hüznün hallerini yansıttım gözlerimle çevreme. Yüz yılda bir gelen bir yıl oldu desem bu yıl hiç de abartman doğrusu. Kederli annelerin doğurdu, kederli insanlarız vesselam…
Kime küssem, anne dedim de annem geldi aklıma. Yazık annem de hep keder yüzlü bir kadındı. Yüzünden hüznünü, gözlerinden kederi eksik olmayan annem. Gelsen de otursak şu terasta, baksam o güzel ela gözlerine. Anlatsam hüznümü, kederimi, canımı acıtan derin kederlerimi. Kimlere küstüklerimi anlatsam sana sessizce. Baskılamasam içimdekileri haykıra, haykıra anlatsam sana…
Iskalıyoruz yanımızda olanları ve bizi büyütüp bu yaşa getiren anne ve babaların kıymetlerini. Ve o yaşa geldiğimizde kimse kalmıyor yanımızda. Şimdi hatırladığım annemin ela gözlerindeki hüznün renkleri ve babamın elini omzuma atıp birlikte yürüdüğü günleri…
Küstüm
İdrak edemedim bütün bu olanları
Yalnız yüreğimle kala kaldım gök kubbenin altında
Umut kırıntıları biriktirdim ellerimle
Küstüm ve parça parça alıştım acılara
Kim bıraktı beni bu yetimhaneye de gelip almaz
İki ellerimle sıktım boğamızı her gece, her gece
Her kış geldiğinde boğazlı kazak giyişim ondandır
Küstüm ve ağır ağır düştüm karanlıklara
Rahatsızlık da vermiyor artık kederin kırk hali
Yanımda dolaşmalarıdır bu çatık kaşlarımın nedeni
Aynı hüznü sorumak, aynı kederle uyanmak sabahlara
Küstüm ve ağır ağır öldüm yokluğunda…