Gözyaşını Canın İçin Akıt

Gözyaşını malın için değil, canın için akıt derler. İnsanoğlu Dünya’ya gözünü açtığı günden itibaren canı ve malı arasında gider gelir. Akıttığı gözyaşları canı için olsa da çoğu malı için olmuştur. Ömürlerimiz noktanın virgüle döndüğü zaman kadar kısadır. Ancak bunu biliriz bilmesine de fani hayatımızda bunu çoğu kez idrak edemeyiz. Gün gelir, hırslarımızın esiri olup geçici makamların gafletine kapılır gideriz. Gün gelir bir arsaya, bir arabaya tamah edip düşeriz birbirimize. Canımız acır. Ancak, yine malımızın peşine düşer hırpalarız bahşedilen bu bedenlerimizi…

Sonra başımızın ağrısı mallarımızın çoğalmasıyla azalacaktır deriz. Ancak, mallarımız çoğalırken başımızın ağrısı bin kat daha artacağını düşünmeyiz. Malımıza helak gelecek diye, ağrıyan başımızı göz ardı eder yine de düşeriz Dünya malının derdine. Tarlalarda kamyonlar dolusu meyve sebze yetiştiririz. Yağmur vurup hasatlar sele döndüğünde, bir domates için ağlaşır dururuz malımızın arkasından. Oysa, o tarladan bir domates canı çekenlere, o domatesi çok görürüz…

Dünya malı için verilmiş en güzel derslerden biri şöyledir.

İmamı-ı Azam Ebu Hanife ilmi faaliyetlerinin yanında ticaretle de meşgul olan zengin bir zat idi. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticaret işleriyle uğraşırdı. 

Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısına gelir ve Ebu Hanife’ye seslenir.

• Hocam, Gemin Battı! 

Ebu Hanife hiç tereddüt etmeden,

• “Elhamdülillah”  der.

Bir müddet sonra gelen adam tekrar mescidin önüne gelir yeniden bir haber verir.

• Hocam, bir yanlışlık olmuş batan gemi senin değilmiş der.

Ebu Hanife tekrar adama döner ve yine,

• “Elhamdülillah” diye cevap verir.

Haberi getiren kişi şaşırır ve hayrete düşer. 

Der ki;

• Ya imam Ebu Hanife, gemin battı diye haber getirdim sana. Sen “Elhamdülillah” dedin. Sonra batan gemi seninki olmadığının haberini getirdim sen ona da “Elhamdülillah” dedin. 

Sen hangisine üzülüp, hangisine sevindin bilemedim…


İmam-ı Azam Ebu Hanife izah eder;

• Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, yani kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah’a şükrettim. 

Sen batan geminin benim olmadığı haberini getirdiğinde, ben yine aynı şeyi yapıp kalbimi yokladım. 

Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. 

Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışlayan Allah’ıma bir kez daha şükrettim…

Yıllar önce, bir büyüğümden dinlemiştim. Çok sevdiği ve üzerine titrediği bir malını kaybetmişti. Üzüldüğünü düşünerek, kendisine sormuştum. Sizin için çok değerliydi bu malınız, üzülmediniz mi? diye.  
O da, “Ben değerli olan bir malımı kaybettim, ama canım beni kaybetmedi, bu canı kaybettiğimde yanımda mallarım olsa ne fayda eder ki” demişti. 
Doğru ya, insanoğlu göçüp giderken, bir malının eksik veya bir malının fazla olmasının ne önemi olacak ki? 
Mallarına canından daha çok önem verenleri de bu zamana kadar hiç anlayamadım. Zaten anlamak ta istemem. Yarına çıkmaya garantimizin olmadığı Dünya’da, yarını düşünmenin manasını nedir? Bugünü yaşayamamanın ısrarı niyedir? Kinle dolu bir ruhun, yemekle dolu bir midenin, parayla dolu bir cebin sahibine ne faydası vardır?  Allah’ın en güzel hediyesi olan sağlıklı bir canı ve o candan çıkan sağlıklı bir ruhu, Dünya malı için bulandırmaya ne gerek vardır? Bütün iyi günler bitmiş gibisine, kötü günler için bunu da yapalım değip, gelecek günlerin endişesine girmeye ne gerek vardır?
Şimdi bırakın mallarımızı, Allah’ın bahsetmiş olduğu bu canın kıymetini bilelim. Dünya malının Dünya’da kaldığı, canın bizim mülkün yüce Allah’ın olduğunun bilincine bir an önce varalım. 

Nesillerden, nesillere aktarılan saraylara, yalılara bir bakalım, kime kalmış ki bizlere de kalsın. 

Canımızdan dökülen gözyaşlarımızı, kuru bir mal parçası için ziyan etmeyelim. 

Gözyaşlarımızı bizlere muhtaç olan insanlar için akıtalım. 

Mallarımız kalsın göçüp gideceğimiz fani Dünya’da…