Cemre Düşer mi Bu Bahar

Cemre düşer mi bu bahar kara kışlara mahkum edilen yüreğime. Aslında insanoğlu her gün bir şeyler kaybediyor. Yerine koyduklarının, kaybettiklerinden iyi olduğunu sanıyor. Yada öyle hissetmek istiyor. Mesela, çok sevdiğin birini toprağa verdiğinde ona benzeyeni arıyor gözleri, aynı konuşan birinin sesini duymak istiyor. Kaybettiği ile çok zaman geçiren insanla vakit geçirmek istiyor. Ona bakınca, kaybettiği insanı daha çok özlüyor. Bu aralar o kadar çok şey kaybediyorum ki, sormayın gitsin. İşin en acı yanı da, kaybettiklerimin yerine hiçbir şey koyamıyorum. Kimseler beni teselli de etmiyor. Acıların koynunda diş ağrısı gibi, başımı bir sağa, bir sola vurmaktan bitap düşüyorum.

Balkonun her yerine bu baharda renk, renk sümbüller alıp diktim. Sümbülün kokusu beni, hep başka dünyalara götürmüştür. Özlemini duyduğum ne varsa, sümbüllere baktığımda ve içime kokularını çektiğimde hissediyorum. Soğuk kışların yalnızlığında biriktirdiğim ne varsa, anlatmak istiyorum. Gündüzleri hep üşüyüp, geceleri ısınmak için geldiğim sokağından boş döndüğüm sayısı belirsiz voltalarımı. Sırtıma yüklediğin dağların yükünü taşımaktan, kamburlaşan sırtımı gelsen bir kez olsun görsen. Ve her seferinde sevgisiz bırakıp gittiğin gülün akşamında. Söylediğin aklım ermez bu işlere değip, aklı evvellerin evlerinde gülüştüğünü…

Cemre düşer mi bu bahar ayaz vurmuş yüzüme ve gün görmemiş kaderime. Kaybettiklerimin yerine, bunca yıldır koyduklarıma baktığımda, yalnızca mutsuzluklar oldu. Avazı çıktığı kadar bağırıp, mutluluklarını ifade edenlerin arasında bırakıp gittiğin gün, avazım çıktığı kadar ağlayıp sustum bir köşede…

Şimdi baharın ilk günlerinde o çok sevdiğimiz sümbülleri dikiyorum yine balkonuma. Gözüm gibi bakıyorum hepsine, aman sümbüllerim solmasınlar diye. Mor ve beyaz sümbüllere her sabah baktığımda, güzel yüzün geliyor aklıma. Eğilip içime çektiğimde kokularını, ipek saçlarının kokusu geliyor aklıma…

Sen gittiğinde;

Ben gülüşümü kaybettiğim gün oldu
Ömrüm lacivert bir gökyüzüne hapsoldu 
Kısır gelinler, öksüz çocuklar, mutsuz kızlar 
Masanın üzerindeki içtiğin çayın bardakları kaldı…

Cemre düşer mi bu bahar çektiğim fotoğrafların kadrajına. Siyah beyaz resimler çekmekten yoruldum. Ruhsuz sokakların biçare yüzlerini her seferinde siyah beyaz çekiyorum. Parmaklarım fotoğraf makinasının color düğmesine dokunmayanı inan çok zaman oldu. Yüzümü cennet yüzüne dönmek için bugüne kadar kaybettiklerimin bin katını daha kaybetmek isterdim…

Senin çay içişini, her içtiğindeki nefes alıp verişini ve her seferinde gözlerini kısıp yine demlemişsin karanfil kokulu çayını. Her yudum çektiğimde beni benden alıyor kokusu dediğinin ve ben senin için deli, divane olduğumu. Her bahar geldiğinde, içimdeki umutların kıpırdadığını ve her kıpırdadığında bir kıymık gibi yüreğime, yüreğime battığını hissetmekten ve artık ne hissettiğimi yalnızca kendimin bilmesinden çok yoruldum. Unutuyorum bana fayda sağlamayan anılarımı, her kış karla örtüyorum umutsuzluklarımı…

Giderken koltuğa bıraktığın sarı atkının kokusu ile bahara çıkıyorum. Ve her bahar bir ses, bir koku, bir rüzgar, bir his, bir hatıra yani seni bana getirecek ne varsa, deli divaneler gibi arıyorum. Yüreğimin tozlu yerlerini biri gelse de bu bahar üflese, dağılıp gitseler tozlar diyorum. Cemre gibi baharla düşse toprağa, bahar ile yeşerse ve yazın başak verse ne olur? Şubatın ayazında sana yazdıklarımı ve sana bestelediğim şarkılarımı baharla gelip okusan, dilim döndüğünce şarkılarımı söylesem balkonda ve yazın ilk haftasında çıksak senle balayına…

Ve eskisi gibi küçük, küçük gülümsesen, gamzelerin çıksa, yüzün gelincik tarlaları gibi kızarsa, yeşil gözlerinde baharlar tekrar açsa.

Gölgemde sefa sürenleri, varlığımda mutlulukları servet yapıp katlayanları, hayrı olmayan onca hayırsızı gelsen de kovsan etrafımdan...

Bahçemizin her yerine her cemre düştüğünde ektiğimiz mor ve beyaz sümbülleri gelsen de diksek birlikte…

Ve sen balkonda çay içtiğinde, aldığın nefesi ben bir kez daha çeksem içime…